Yeşilliğin, güneş ışınları altındaki çırpıntılarıyla oynaşan denizin mavisiyle birleştiği kıyıda rengarenk şemsiyelerin dizildiğini zannettim. Lakin yaklaştıkça netleşen görüntülerin, bir de ne göreyim, renkli çöp poşetlerinden başka şeyler olmadığı çıktı ortaya, mavi, sarı, turuncu, beyaz rengarenk çöp poşetleri. İlk defa 29 yıl önce geldiğim Gökova Körfezi’nde her biri cennetten bir köşe Çatı Koyu’na gidiyorduk.
Benim için dünyada insanlar Gökova’yı görenler ve görmeyenler olarak ayrılabilirler. Bu şansı yakaladığımızdan bu yana son sekiz yıla kadar her sene geldim. İlk sene kalabalık bir arkadaş topluluğu ile ( galiba on altı kişi ) on iki metre boyunda bir triandille açılmıştık denize, hem ay tutulmuş, deniz de çalkaltılıydı. Çökertmeli İbrahim Kaptan’ın teknesinde hepimiz bir bankta bir köşede uyuyor, büyük balıklar avlıyor, onları yiyor, kaptanın balık pişirdiği tencerede daha sonra kaynattığı su ile de çayımızı içiyorduk. İnanın herşey çok lezzetliydi. Ballısu Koyu’nda buz gibi su ile yıkanmış, birbirimize kovalarla su dökmüştük. Bir akşam Löngöz Koyu’nda minik çadırlarını kurmak isteyen arkadaşlarımızı, grubun lideri konumundaki ünlü tiyatrocu Mehmet Bey, yakmak istedikleri ateşten ötürü ciddi bir biçimde uyarmış, mani olmuştu. Ne küçük bir balığa zıpkın atardık ne de denize yabancı bir madde…Daha sonra Can Kaptanla tanışma şansı yakaladım ve hep Ülküm yatıyla çıktık Gökova’ya, yelken mi açmadık, balıkçının koyda getirdiği canlı balıkları, tirsiyi biraz sonra tuzlayıp bize ikram mı etmedi Can Kaptan; hasılı Gökova’yı onunla yaşamak, öğrenmek büyük zevk ve şanstı. Yıllar boyu birçok dostum, denizi, tabiatı seven bir sürü arkadaşımı getirdim Gökova’ya kimi tekne aldı, kimi yerleşti bile… Bu kez Kaya Erkkul ve sevgili eşi Oya ile beraberiz ben ve Zülal.
Bekar Limanı’ndan noylon çöp poşetleriyle belirlenmiş kara ve deniz birleşimi çizgisinin teknemizden çıkıp dolaşabileceğimiz kısmı ise yine bir aile ( kavim) tarafından ele geçirilmiş. Keçiler, tavuklar, yaklaşık on çocuk vs ve bir balıkçı kayığı. Temizlikten, estetikten, çevre korumaktan söz etmek ne mümkün?… Serde balık adamlık ve dalış sevgisi var ya şnorkelimi, gözlüğümü takıp şöyle bir güzellikleri seyredeyim dedim. Dip ve doku yine güzel lakin, bu sefer farklı, yeni enstrümanlar var dipte pet şişe, meşrubat tenekeleri, plastik kova gibi…
Hatırlıyorum da o yıllar bazen bir rakı, şarap şişesi görsek yadırgardık. Şimdi onlar anfor olmuş, ayrıca da dip örtüsü ile bütünleşmiş bile.
Bodrum tipi Gulet’imizin boyu 22m; hemen orada tanıştık, kiraladık ve çıktık denize.
Sahipleri çok kibar insanlar, Muhammed Kaptan Gümüşlüklü, ahçı ve kaptanın birinci adamı Murat, askerliğini Tatvan’da yapmış ve henüz terhis olmuş. Orhan ise gemici, lise sona geçmiş ve ilk charterını bizimle yapıyor. Onları dikkatlerinden, güzel servislerinden ve güler yüzlerinden dolayı kutluyor, kendilerine teşekkür ediyorum.
Çatı’dan çıktıktan sonra Yedi Adalar’a Kambur Kemal’in Küfre’de, günlük ağaçlarının altındaki evine gidip ziyaret edelim dedik. Birkaç yatın yanında kendimize yer bulup, Muhammed Kaptan’ın usta manevralarıyla zinciri sancaktan funda edip kıçtan koltuk aldık kıyıdaki çam ağacından; bir ara ‘’ ağaç şimdi çatırdayıp kökünden kırılacak ‘’ diye düşündüm ama bir şey olmadı, öylesine sarıldı ki kökleriyle kayaların arasına kimse onu yıkmasın diye, o bile korkar olmuş gelenden gidenden… Deniz Küfre’de yirmi dokuz yıl önceki gibi yine koyu renk, renksiz ve biraz da bulanık gibi. Zira günbatışı, koltuk aldığımız yamacın arkasında kalır ve güneş almaz buradaki sular… Hele dip de otluktur ki tam karanlık görünür deniz bu tarafta. İleride sağda birşeyler arayan şnorkelli birkaç gencin arkasında sahile kadar indirilmiş hafriyat halindeki yoldan geldiği anlaşılan bir otomobil, bagajını da açmış, ailece güzel bir piknikteydi. Gökova Körfezi’nde çıkan o yüreklieri yakan yangınlardan sonra bolca orman yolları açılmış anlaşılan. O güzelim denizin çamlarla birleştiği kıyı çizgisindeki bu ham görüntü bana oraların artık dokuz yıl dahi dayanamayacağının işaretini verdi. Bizde bir yere yol gitti mi hemen çirkinlikler başlar. Kaderimizde mi vardır nedir. Çıkamadık karaya, yürüyemedik o güzel yeşilliklerin arasından Kemal Bey’in günlük ağaçlarının arasındaki o güzel yerine; bize bal ikrama etmişti teyze de hamurişleri yapmıştı bir zamanlar. Ertesi sabah erken demir aldık ve kahvaltımızı Tuzla Koyu’nun turkuvaz sularında keyifle yaptık; yumurtaları, sütü, balı öylesine bir istekle yedim ki.
Löngöz, sevgili dostlarımıza göstermek istediğimiz, fiziki yapı olarak da farklı bir yerdir, rotayı oraya çevirdik. Amerikan filmlerinde hep görülen çam ağaçlarının çevrelediği koya dikkatle girmelisiniz. Uzun ve ileride sığlayan bir koy ve nehir gibidir Löngöz. Sancak tarafındaki yeni yııntılarda ateş yakıldığı da görülüyordu. Yine kıçtan koltukla ipi çam ağacına bağlarken yıkımı yapılmış olan bu sufli binanın parça parça tuğla bloklarının denize yuvarlandığını, dipte verdiği çirkin görünümlerle ağlayan örtüyü gördüm.
İleride dipte Ali Baba’nın da yerini gösteren tabelaya takıldı gözümüz. Yola koyulduk ve biraz leride daha önce Tuzla’da karşılaştığımız adına ‘’ çöp evi ‘’ dedikleri 3m x 3m ebatlarındaki binayı gördük, tabii ki içerisi pislik dışarısı ise yine çöp poşetleri ve çöplerle doluydu. Hem de 20 – 30m çevresinde yani anlayacağınız bu çöpevlerini bu yatların çöpleri konsun diye yapmışlar ama bir takım yanlışlar var. Sadece yapmak ülkemizde yetmiyor, önce doğruyu yapmalı sonra da bir denetim servisini vermelisiniz. En azında bizim millete!… Biraz daha ilerleyince koyun dibindeki yapılar ve ‘’yayılış’’ göründü. Ev yapılmış, çevre tellerle çevrilmek üzere malzemeler hazır yine oraya kadar da gelen otomobilleri, atıklar, gereçler vs. / vs. Hiç oralı olmadan ( belli ki girip birşeyler içmemizi bekliyorlar ama o hareket de yok ) pas eçip ilerledik. Tuğla yapıyı gördük, yaklaşmak üzere iken bir kangal köpeği üzerimize havlayarak gelmek istedi. Taşlar atarak ‘’ hoşt ‘’ diye bağırarak eşlerimizle kaçtık. Ama gayet de bir yapılaşma ile yayılmışlar etrafa… Döndük yaşlı adam, kadın ve esas adama, ‘’ orada yapılan bina nedir ‘’ diye sorduğumuzda ‘’ gendimize ev yapıyoruz ‘’ diye cevapladılar. Telleri sorunca da ‘’ geçiler çiçekleri yemesinler ‘’ diye çevirdiklerini ifade ettiler. Ben yine dayanamayıp ‘’ yapamazsınız ‘’ … vs gibi laflarla kendilerini ikaz ettim. ‘’ Bizim tapulu malımız ‘’ dediler. Rahmetli Cumhurbaşkanımız Özal bir seferindeikaz etmişve o zaman yıkmışlar. Sonra orman şefi, dediklerine göre – kendilerine kısıtlı müsaade vermiş… Ballısu’yun bulunduğu koyun bir üstündeki koyda , Marmaris’ten ünlü bir otelcinin (!?) ev vs. yaptırdığını, kendine örnek olarak verdi. İkazımı, tehtidlerle besleyerek ayrıldım oradan.
Yine çöplerin arasından yürüyüp yıkıntı ve sudaki tuğla blokları görmemeye çabalayarak bindik teknemize.
Bir alışkanlığım vardır hiç kamarada yatmadım. 29 yıldır özellikle gulette ‘’keç’’ tipini tercih etmemin nedeni ise arka kaenpenin çok geniş ve derin olmasındandır. Yattığınız zaman boy verir yastıklar size. Yine aynını yaptım, sıkı giyinip üzerime de rüzgarlığımı geçirdim koydum başımı yastığa. Bir tablo düşününüz ki ön planda muhteşem bir çam ağacı ve arksı binlerce yıldız hem de ışıl ışıl…
Sabah güneşin ilk ışıklarıyla uyandığımda, Löngöz bir başka güzeldi, ama suya doğru baktığımda tuğla bloklar yine oradaydılar.
İngiliz Limanı, adını İkinci Dünya Harbi’nde Almanlar’dan gizlenen bir İngiliz
muhribinden alır. Önce koyun açığındaki adada demirleyyip yüzdük, ben yine biraz dipteki güzellikleri sindirmeye çalıştım. Yavru bir orfoz kantlarını çırpa çırpa bana doğru baktı. Bir yavru lagos da vücudundaki muntazam çizgileri ile kıvrılarak günün ilk tadını çıkartıyordu. Belki de günü ilerleyen saatlerinde hedef olacağı zıpkını şimdiden biliyormuş gibi… Girişi çok geniştir İngiliz Limanı’nın; bilmeyen zora düşebilir. Yine iskele baş omurluktan baktığımda güzelim çam ormanlarının süslediği yamaçlarında açılan yolları ve en kötüsü park etmiş otomobilleri gördüm. Biraz ileri de bir tane daha ; makineme teleobjektifi takıp katıt ettim bu çok basit, olmamasının çok kolay sağlanabileceği acıklı – tezat görüntüleri. Dedim ya son on yıldır gelmemiştim Gökova’ya, esasen herşey aynı güzellikteydi , yıllar önceki yangını – yangınlarını bile örtmüştü – Gökova yamaçlarının İngiliz Limanı’nın harika tabiatı , tabiiki söylememe hacet yok, yine renkli çöp poşetleri tüm kıyılarda bir çizgi oluşturmakta. İleride sancak tarafındaki muntazam iskele ve ardındaki binayı sorduğumda rahmetli Özal’ın evi olduğunu öğrendim. İşte belki de söylemeye çalıştığım da bu ya , ne kadar da yakışıyor, hiç değilse sahiplenme düşüncesi altında bir şeylere yön verilmişti, önünden saygıyla geçip Malderesi’ndekki iskeleye demirledik. Akşam da kaptanın gündüz çıkarttığı ahtapotları afiyetle yedikten sonra sabahın erken saatlerinde , güneş doğmadan ver elini Oraklar Adası.
Bugün Pazar, günübirlik teknelerle gelenler çok oldu Bodrum’dan, bu son satırları yazarken Yetimoğlu da ‘’ funda emir ‘’ dedi. 70’li yıllarda gelmiştik Fazılla karar vermişti Bodrum’da yaşamaya, önce Yetimoğlu’nu almış arkasından inşa ettirdiği diğer ikisi ile yüzlerce insana güzellikleri tattırma zevkini sağlamıştı. Lakin Türkiye bir garip, Fazıl şimdi İstanbul’daki fabrikanın başında, gemileri ise Ayfer kontrol ediyor.
Hepinize teşekkürler, varol Gökova; umudum, insanlar önce öğrensin sonra gelsinler seni görmeye.
Turhan Kâşo
Y. Mimar